Birkaç Günlük Huzur

Eskiden insanların neden kendi canlarına kıydıklarını anlamazdım. Artık çok iyi anlıyorum.

Onlar ölmek istemiyorlar, yaşamak istiyorlar. Ne istediklerini bilmiyor değiller, ne istediklerini çok iyi biliyorlar. Ve istediklerine kavuşamayacaklarını da biliyorlar. Hayatın her dakikası korku ve acı içinde geçiyor, daha fazla dayanamıyorlar. Ruh hastası değiller, sadece her şeyin farkındalar. “Normal” insanlar şehirde oradan oraya işe okula toplantılara yemeklere koştururken, onları yukarıdan izliyorlar. Ama yalnızlar. Yanlarında insanlar varken bile yalnızlar. Çünkü aynı frekansta olmadıklarını biliyorlar.

Hayatın ne olduğunu çözmüşler. Yaşamak, gezmek, görmek, öğrenmek, paylaşmak istiyorlar. Ama paylaşmadıkça en güzel anların bile bir anlamı olmadığının farkındalar. Bazen birkaç günlük huzur buluyorlar, her şey yoluna giriyor gibi oluyor. Sonra ise her şeyin bir hayal olduğunu görüyorlar. Basit ve yüzeysel şeylerden zevk alamıyorlarsa bu onların suçu değil. Derine inmek istiyorlar, en derinde en gerçek duyguları hissedebiliyorlar. Bir şey kötü gidiyorsa ve yoluna girmeyecekse, o şeyin yoluna gireceğine dair kendilerini kandırmayacak kadar zekiler.

Paylaşacak çok şey varken, hayatı dolu dolu yaşamak varken yalnızlığa mahkûm ediliyorlar. Sonsuz mutlulukla sonsuz mutsuzluk arasındaki pamuk ipliğinin üzerinde dengelerini kaybetmemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ancak ellerinde olmayan faktörler var: bağımlılar. Maddelere değil, insanlara. Kontrol edemedikleri başka insanların davranışlarından etkilenmeyi engelleyemeyecek kadar hassaslar. Sizin göremeyeceğiniz en ufak olaydan bile etkileniyorlar, çünkü olayların arkasını görebiliyorlar. Sonra çekip gidiyorlar, “arkalarındakileri hiç düşünmeyip” kendi canlarına kıyıyor “aptallar”. Zamanla unutulup gidiyorlar. Tarihin bir daha kimsenin açmayacağı sayfalarına kazılıyorlar.

Belki de hayat boyu tek gerçekten sahip oldukları birkaç günlük huzur oluyor, ve bunun devam etmesini istiyorlar. Ama bu dünya onlara çok “fazla” işte.

En Büyük Korku

En büyük korkumuz nedir? Yüzleşene kadar bunu pek de düşünmeyiz aslında. Günlük hayatımızda, bir şeyler bizi korkularımıza götürmedikçe pek oralı olmayız. Başarısızlık korkusu vardır ancak varlıklarımızdan olana kadar düşünmeyiz. Ölümden korkarız ama doktorun odasında sonuçları beklerken geçmek bilmeyen dakikalarda boğulana kadar hissetmeyiz.

Ya da sevilmemekten korkarız, ancak yalnızlığı iliklerimizi titreten biçimde en derinimizde hissedene kadar sevilebileceğimizi sanarız.

Her şey yolundadır, sıradan, huzurlu bir gündür. Güne sporla başlarsın, kahveni yudumlayıp işlerini hallettikten sonra hobilerinle ilgilenirsin. Korkmak için bir nedenin yoktur, yaşamak ve mutlu olmak için ise bir sürü nedenin vardır. Yaşamayı seçmişsindir. Gülersin, eğlenirsin, insanlarla vakit geçirirsin, bir şeyler paylaşırsın. Sonra güneş batar. Her şeyi beraberinde karanlığa ve gecenin sakinliğine devreder. Hava karardıkça insanların yüzleri soluklaşır, elimizi uzatırız ancak orada kimse yoktur artık. Herkes gitmiştir, yapayalnızızdır. Bağırırız ama kimse sesimizi duymaz, duyacak birinin bile olmadığını biliriz. Gökyüzüne bakarız, belki çok uzaklarda biri vardır, ama ona asla ulaşamayacağımızı biliyoruzdur. Birbirimize asla kavuşamadan öleceğimizi bilmenin korkusuyla öylece bakmaya devam ederiz.

Hava daha da soğumuştur. Evimize gideriz. Konuşuruz ama sesimizin soğuk duvarlardan yankılanması yalnız olduğumuzu fısıldayarak hatırlatır bize. Dakikalar saatlere dönüştükçe o fısıltı çığlıklara dönüşür ve bedeninin duvarlarında savrulur. Bağırmak istersin ama sesinin çıkmadığı bir kabus olmuştur hayat. Uyumak istersin ama uyuyamazsın, yapayalnızsındır. O dört duvar gittikçe daralır, kurtulmanın umuduyla kapıya koşarsın ancak o daha da dar bir odaya açılır. Duvarlar daralıp sırtından ve göğsünden bastırır. Nefes alamazsın. O duvarları yıkabilecek tek bir şey vardır. Hikayenin gidişatını bir anda tersine çevirecek tek bir ses.

Birinin nefesi. Birinin o karanlığın içinden adını söylemesi. Birinin, ölüme terk edilmişken seni kurtarması. Birinin seninle aynı yalnızlığı paylaşıp seni anlaması. Birinin, yaşadığın yalnızlık hapishanesinde seni ziyaret etmesi. Cebinden anahtarı çıkartması, ve sana özgür olabileceğini hissettirmesi. Birinin, denklemdeki tüm bilinmeyenleri yerine koyması ve her şeyi birlikte geride bırakabileceğinizi göstermesi. Birinin, tek başına mutlu olmanın mümkün olmadığını ve kendini bu şekilde kandıramayacağını hatırlatması. Birinin, kimsenin dolduramadığı sevgi boşluğunu doldurması. Birinin, sen hastanede tedavisi olmayan bir kanserden ölümü beklerken, hayatını kurtaracak bir ilaç olduğuna inandırması. Birinin, olabilecek bütün güzel şeyleri sana göstermesi.

En büyük korku nedir biliyor musun? Birinin bunlardan sonra seni terk etmesi.