Nisan Gecesi

Harfler çıkmak istiyor. Yerlerine oturmak istiyorlar. Harfler gözlerini kapatmak istiyorlar. Denizin sesini, hafif rüzgarı tatmak istiyorlar. Yanlış bir isim oluşturmaktan, yanlış bir sahne kurmaktan çok korkuyorlar. Sessizce köşelerinde bir dolmakalemin mürekkebinden damlayıp, çok uzaktaki birinin gözlerinden geçip kalbine dokunmak istiyorlar. Ama iletişimden çok uzağız. Çok karanlık bir gecede zar zor görünen, yol gösteren bir yıldız gibi. Okyanusa yansırken yalnız olmadığını hatırlatan bir yıldız gibi. Karanlıkta, elindeki mum sönmek üzereyken kayan bir yıldız, herkesin gittiğini sandığında elini tutan bir yol arkadaşı, sen karanlıktan korkup titrerken gecenin en derinlerinden seslenen birkaç nota gibi.

Karanlıktan korkuyorum, çünkü karanlıkta her şey mümkün. Karanlığı seviyorum, çünkü karanlıkta her şey mümkün. Fırça darbeleriyle özgürce gecenin tuvaline dalmak, yıldızları birleştirip adını yazmak istiyorum. Çığlık attığımda nerede yalnız olursam olayım yanımda olduğunu bilmek istiyorum. Bu nisan gecesinde aynı yıldıza bakıp, aynı hayalleri kurmak istiyorum. Hayallerin sonsuzluğunda yüzerken ölümsüzlüğü tatmak, en merak ettiğim soruları sormak istiyorum. Tüm parçalar yerine oturduğunda geriye dönüp noktaları birleştirmek, gecenin ebediyen devam ettiğini yeniden yaşamak istiyorum.

Hem çok yakın hem çok uzak, tüm hayaller gibi. Kimimiz zamanı büküyor, kimimiz kendini. En güzeli imkansız olduğunu düşündüğümüz hayallerde ikisini birleştirmek değil mi zaten? Hayat, iki nokta arasındaki en uzun çizgi değil mi aslında? Belki bugün ılık bir Nisan gecesi, ve imkansızlık kütüphanesinde sabaha kadar olmayan bir kitabı arıyorum,

Ama hayat imkansız dediğimiz şeyleri başarmaktan ibaret değil mi zaten? Müziğin sesi kısıldığında, karanlık da güneş ışığını tattığında, hayat en gerçek hayallerin buluşma noktası değil mi zaten?

Yolumuzu kaybetsek de ışığa giderken vazgeçmemek, ses uzaklaşsa da takip etmek değil mi zaten?

Işık. Eskiden yanıp sönüyordu. Çok yoruyordu. Sonra parlaklığı her yanışında kısıldı. Artık yanmıyor. Yormuyor, ama kapkaranlık. Ve karanlığı seviyorum.

Seni istiyorum.

Seni özlüyorum.

Seni seviyorum.

Neredesin? Hangi bedende saklanıyorsun? Sana hangi isimle seslenmeliyim?

Tüm harfler birleşip aynı yönü gösterdiğinde, tüm saatler durup Zaman’ı öldürdüğünde, tüm bedenler soğuyup hiçliğe dönüştüğünde bile, hayat, bu nisan gecesinde burada olduğunu bilmek değil mi zaten?

Ne Mi İstiyorum?

Doğayı seven, hayvanları seven, kalabalığı gürültüyü sevmeyen insanları seviyorum.

Takım elbiseleri, şirket sahibi plaza insanlarını, kurumsal hayat adlı karadeliği “cool” bulanları istemiyorum. Zengin olmak dendiğinde banka hesabındaki basamaklara tırmanmaya çalışanları istemiyorum. Tatil denince “trendy” ülkelerdeki trendy otellere, “in” mekanlara gitmeyi nöronlarının aralarındaki bağlara sıkıştıranları hayatımda istemiyorum. Kumlara uzanıp, gökyüzüne bakıp, denizin sesini dinleyip, geride bıraktığı “hayatı” özlemeyecek insanları seviyorum. İstanbul dendiğinde midesi bulanan, kalabalık şehirlerde bir saniye bile durmamak, zehrin aurasını bir an için bile solumamak için tüm sahteliklerden vazgeçecek insanları istiyorum.

Deniz kenarına gidip sonsuzluğu düşünüp, birlikte sevdiğim aktiviteleri yapacağım insanları seviyorum. Bir şeyler yazmak, çizmek, müzik yapmak, yüzmek, yanımıza gelen köpekleri kedileri sevmek, yengeçleri ve deniz yıldızlarını öpmek istiyorum. Yaşamak istiyorum. Kötü günlere dönmeden, bu yolda benimle birlikte yürüyecek insanları istiyorum.  Yaratmayı, doğayı, bütünlüğü seven insanlarla zaman geçirmek istiyorum. Motor sesi deyince yalnızca doğaya giderken arabanın ya da denizdeki kayığın motorunun sesi, teknoloji deyince üretkenlik adına kullanılan aletleri düşünmek istiyorum.

Zehirli hayatı, yüksek binaları, kalabalık metropolitanları bir daha görmek istemiyorum. Bu kadar yakınken, her şey bu kadar olabilecekken, bundan kaçmayıp üzerine gidenleri istiyorum.

Yaşamak istiyorum.