Yalnızlık, ve ölüm korkusu. İçimizde uzun süre bastırıp yüzleşmek istemediğimiz, sanki yokmuş gibi davranıp hayatımıza devam ettiğimiz duygular. En sevmediğimiz yanlarımıza, en görmek istemediğimiz biz’e eşlik eden, içimizi kemiren karanlık duygular. Mutluluk, yaşama sevinci, motivasyon, sevgi gibi olgulara da duygu derken bu sözcüğü kirleten kavramlar…
Bu defa ise, hepimizin içinden özenle seçtiğim bir duyguyu daha size tanıtıyorum: Aşağılık kompleksi. Hepimizin içinde az ya da çok olan bu tamamen doğal duygu, evrimsel süreçte rakiplerimizi, bizim için yeterince tehlike arz ettikleri durumda, uygarlık kuralları henüz gelişmemiş olduğundan katletmemizi sağlar. Ancak günümüz yaşam düzeninde dürtüsel davranıp sevmediğimiz birini öldüremeyiz. Bunun üzerine bir de kapitalizmin, sınırlı kaynakların ve insanların temel ihtiyaçlarına ulaşabilmek için yarış içine sokulduğu düzenin getirdiği yetersizlik duygusunu eklersek içimizdeki aşağılık kompleksi içimizde agresifleştiriyor.
Güzel bir şeylere dönüştürülebilecek bir içsel enerjiden, adeta tehlikeli, kontrol edilemez bir canavara dönüşen bu duygu, çekememezlik, bizim başarısız olduğumuz alanlarda başkalarının başarısı, haksızlık, adaletsizlik, eşitsizlik, fikir ayrılıkları gibi günlük hayatta kolayca karşılaşabileceğimiz durumlardan beslenerek mantığımızı devre dışı bırakıyor. Çok iyi tanıdığımız kendimizi tanıyamaz oluyoruz. İnsanlar hakkında mantıksız saçma sapan şeyler düşünmeye başlıyoruz, ilişkilerimize ciddi zararlar bile verebiliyoruz. Bütün bunları istemeden yapıyoruz, ancak bizi ele geçiriyor. İçimizdeki nefret duygusu, bastırılmış, ezilen tüm anıları hayata geçiriyor. Hayal edemeyeceğimiz kadar, kendimizden korkacak kadar güçlü oluyoruz. Ancak bu güç bizi ve çevremizi mahvediyor.
Belki de bu enerjiyi başka bir şekilde dışarı atmamız lazım. Öncelikle, bağırmak en iyi deşarj yöntemlerinden biridir. Doğada, ıssız olduğundan emin olduğunuz bir yerlerde apaçık gökyüzüne doğru, tıpkı ay ışığında uluyan kurtlar gibi bağırmak. Komik gelse de, alışık olmadığımızdan. O ilk enerji boşalmasını yaşadıktan sonra ise hemen bizi gerçekten biz yapan noktaları saptamalıyız. Neleri seviyoruz? Neleri başarılı yapıyoruz? Bu iki grubun Venn şemasını çizdiğimizde kesişimleri ne kadar geniş bir bölümü kapsıyorsa, aşağılık kompleksimizden o kadar kurtulabiliriz. Kendine, ne sevdiğini sor, ve o an mümkün olduğu ölçüde (ki buradaki “mümkün” tanımı, sınırları zorlamayı da kapsıyor) sevdiğin şeyleri yap. Kötü olduğun şeyleri düşünme. Başkaları karşısında ezildiğin noktalara pas verme. Eğer bir noktadan eziliyorsan on noktadan eziyorsun herkesi. Hayat bir oyun, bunu unutma. Bu bölümü en eğlenceli biçimde oynayıp, hidden level‘ları açıp en yüksek puan ile bitirmek senin elinde. Hayattan intikam al. İntikam, kölesi olunmadığı sürece insana olumlu enerji veren ve aşağılık kompleksini ezip geçen bir duygudur. Yalnızca, içimizdeki barışçıl insanı da bir saldırgana çevirme gibi kötü bir alışkanlığı vardır. Bu huyuna karşı dikkatli olduğumuz sürece sıkıntı yok 😊.
Aşağılık kompleksi, her ne kadar içimizde bizi en çok parçalayan dürtülerden biri olsa da, yenmesi de bir o kadar kolaydır. Hepimiz hayatta zaman zaman, bütün güzelliklerden uzaklaşıp, sevdiğimiz aktivitelerden, bize kendimizi iyi hissettiren insanlardan ve hayatın güzelliklerinden kopup karanlık bir spiralde aşağı düşmeye başlarız. İçimizdeki bastırılmış aşağılık kompleksinin ortaya çıktığı o zamanlarda, nefretle dolmak yerine, durumun bilincinde olup ortaya çıkan dürtüleri dinlemeye başlarsak, hem kendimiz hakkında daha fazla şey öğreniriz, hem de olumsuz bir durumu avantaja çevirerek, içimizdeki gücü olumlu aktivite ve düşüncelere odaklayabiliriz. Ne olursa olsun, içinizdekini bastırmaya çalışmayın. Bırakın özgür bir kuş gibi çıkıp uçsun, götürdüğü yere gidin. Gerektiği yerde onu, kalbinizin sesini dinleyip eğitin. Aslında hepsi bundan ibaret.