Beyazlar ve siyahlar, kadınlar ve erkekler, Türkler ve ‘diğerleri’, zenginler ve fakirler… Bu tür, zekası az gelişmişlerin kıstası olabilen diskriminasyonları bir kenara bırakalım. Tüm yüzeysel, dış görünüşe ya da insanların değiştiremeyeceği etnik kökene dair ayrımcılık bir kenara bırakıldığında insanları hâla farklı yönlerden değerlendirip ayırabilir miyiz? Kimileri, insanları asla ayırmamamız gerektiğini savunur. Çok denedim. Herkese aynı yaklaşmayı çok denedim gerçekten. Ve şu sonuca vardım: Olmuyor.
Biz ve onlar diyebildiğim iki grup çıkıyor ortaya. Biz diyebildiğim gruptakileri, doğru düzgün tanımasam bile hep kendime yakın hissediyorum. Onlar’a ise asla ısınamıyorum. Peki ne bu iki grup? Bizim grup’taki insanlar dünyaya bir şey katanlar. Yaratmayı seven insanlar, oluşturucular. Bir şey yaratmadığında kendini eksik hissedenler. Ne olduğu önemli değil. Bir mühendis olup bir makine de yaratabilir, bir şair olup sokakta dolmakalemiyle şiir de yazabilir. Bir fotoğrafçı olup etrafı da fotoğraflayabilir, sokaktaki bir çapulcu olup duvarları vandalca grafiti ile kaplayabilir. Önemi yok ki! Sonuçta bir şeyler katıyor, dünyaya bir etkisi oluyor. İyi ya da kötü bir şeyler ortaya çıkarıyor, ya da en azından uğraşıyor. Başkalarının ortaya çıkardığı şeylere saygı duyarlar, herşeyi sorgularlar. Hayvanları severler. Tüm evren için ‘iyi’ olmaya çalışırlar. Bunlar dünya tatlısı insanlardır.
Bir de ikinci grup var. Onlar yalnızca tüketirler. Yiyip, içip, para harcayıp sıçarlar. Dünyaya bir şey katmazlar. En büyük aktiviteleri bira içip futbol maçı izlemektir, dünyaya kattıkları en değerli şey ise maç yorumu ve nargile dumanıdır. Milliyetçidirler. Milletini korumak anlamında milliyetçi değil, onlara saygım sonsuz. Bunlar hiç bir neden olmaksızın sadece orada doğdukları için doğdukları yeri savunurlar ve başkalarını düşman olarak görürler. Genelde ‘pis Fransızlar’, ‘şerefsiz Ermeniler’, ‘aptal Amerikalılar’ diyerek başka ülke vatandaşlarını dışlamaya çalışanlar da bunlardır. Stockholm Sendromu‘na sahiplerdir, e malum, ampul‘e oy vermeyi de pek severler. Genelde dincidirler, beyinleri sorgulamaya pek yetmez. Kendileri dışındakilere zarar vermeye çalışırlar. Yüzeysel kavramlara tutunurlar.
İşte ne zaman birinci tür insan görsem bağrıma basasım geliyor, ikinci türden insan görsem de suratına tüküresim geliyor. Karşı koyamadığım bir duygu bu. Çoğu okuyucu bunun bir paradoks olduğunu düşünebilir, ‘madem başkalarını sevip herkes için iyi olanları seviyorsun, en başta bu ayrımı kendin yapıyorsun, çok saçma‘ diyen, olaylara dümdüz bakıp at gözlüğünü çıkaramayan insanlar olacaktır. Onlara şunu sorayım: eğer bir silahınız olsaydı ve kullansanız dahi hapse girmeyecek olsanız, 100 kişiyi öldüreceğini bildiğiniz bir teröristi vurur muydunuz? Hayır, değil mi? ‘Kimseyi vurmam ben, o zaman onlar gibi olurum’ diyorsunuz değil mi? Bu çok daha ironik. İşte sizinle de aramdaki fark bu. Ben vururdum. Dünya için daha iyi olanı yapardım. Masum insanlara zarar vermesini engellerdim. Bir dahaki sefere olayların sonraki adımlarını da görmeye çalışın, ilk adımdan daha sonrasını. Eğer vurmazsanız, onun yapacaklarını görmek gibi.
Ne de olsa iki tür insan vardır. Belki de onlar’dansınızdır siz de.