Bazı şeyleri açıklayamıyorum, tıpkı şu an bunu yazıyor olmam gibi. Sabah uyandım ve aç notlarını dedim kendime. Oraya eklemek istediğim bir şeyler var. Geçmişteki ya da gelecekteki, yani hep var olan ben’in, ya da biz’in, her şeyin çok güzel olduğu bir paralel evrenden fısıldaması gibi. Fısıldamakla kalmayıp, doğru frekansa alıcılarımızı çevirdikçe şiddetlenen bağırmaya ve isyana dönüşen bir çağırış. Hani tüm duygular dolar, ilaçlar etki etmez, tutamazsın içinde ve bir noktada kırılır. Ağlamak isteyip ağlayamadığın her his yeniden uyanır. Ağlamayı, hissetmeyi, bağlılığı özlediğini hissedersin. Gerçek’in ne olduğunu hatırlarsın.
İşte tam o an’lar, o değişim noktaları. Uykumda her neredeysem, yanlış paralel evrende uyandığımda kedimin bile yüzümü tırmalayıp, bana üst boyuta geçerek ait olduğum güzel dünyaya geçmemi hatırlattığı noktalar. Radyonun tuner’ını yavaş yavaş çevirip doğru frekansı bulmaya çalıştıklarımız, doğru frekans’ın bize kendini buldurttuğu, o random noise’un tanıdık ve özlediğimiz bir sese dönüştüğü yerler. Kendimizin de unuttuğu, en karanlıktan en aydınlığa açılan kapılar; bize en karanlığı hatırlatıp, yalnızca bir illüzyon olduğunu gösterip aydınlığı yeniden yaşamamızı sağlayan dostlar.
İşte ne zaman yeniden düşsek, nedensiz yere kötü bir şey olacakmış hissiyle uyansak, birinin kafamıza vurması gerekiyor. Kim olduğumuzu, gözümüze bir ayna sokup hatırlatması gerekiyor. Bazen birinin bizi evimize götürmesi gerekiyor. Her şeyin güzel olabildiğini bir kez daha göstermesi… en kötü anların aslında en büyük ipuçları olduğunu, en büyük düşmanların öğretmenler olduğunu hatırlatması gerekiyor.
Bazen kendimize bunları hatırlatmamız gerekiyor. Açıp kendimize notları, bizi biz yapanları okuyup doğru dünya’da var olmayı hatırlamamız gerekiyor. İşte bugün kalktım ve bunu yazmam gerektiğini hissettim, nedenini şu an bilmiyorum ama bir noktada tüm parçalar tamamlandığında biliyor olacağımı biliyorum. Ama o son eksik parçaların yerine oturacağı ana kadar şunu unutmamak lazım:
En güzel paralel evren bizimki olsun!