Hiç bu evreni kendin yarattığını düşündün mü? Gördüğün her yeri, herkesi, her şeyi, tüm deneyimleri… hepsini sen yaratmış olsaydın çok korkunç olmaz mıydı? Ailen, arkadaşların, tanıdığın herkes, en yakın bağ kurduğuna inandıkların bile yalnızca yapayalnız bilincinin hayal ürünü olsaydı.
O zaman neyden korkardın, hiç var olan şeyleri kaybetmekten mi? Yoksa var bile olmayan bir oyunu kazanmaktan mı? Hem de tek başınayken, hem de tüm varoluş ve anlamı olduğunu düşündüğün her şey kozmik ölçüde bir hiçken ve sen de yapayalnız bir kozmos iken.
Peki tüm evrenin kurallarını kim yazmıştı? Geçmiş zamanda yazılmış olduğunu düşündüğün fizik kurallarını şimdiki zamanda uygularken geçmişi ve geleceği olanaklı kılan zaman kavramının da bu kurama ihtiyaca olduğu nedensellik döngüsünün paradoksuyla sabaha kadar o yarattığın yıldızların altında dans ederken, kurallara uymak zorunda kalan güneş sahneyi gecenin güzel karanlığına bırakırken onun ufak bir parçasıymışçasına yandıkça huzur verip rüzgarın fısıltısını susturup içini ısıtan ateşte ellerini ısıtırken de mi düşünmedin bütün bunları? Düşünce mutlak bir kalıp mıydı dondurup bir gün çözmek için buzluğa kaldırdığın, yoksa bitmek bilmeyen döngünün bir parçası olan bir süreç miydi?
Gramatik açıdan hatasız olsa da uzun olduğu için anlamını kaybettiğin cümleler ve o ezberleyemediğin matematik formülleri beyninin algılama kapasitesine meydan okurken neden kendi bilincini beynin içine hapsettiğini sorguladın mı peki?
Madem sen yarattın, neden kendini bu hale soktun? Madem sen yaratmadın, deneyimleyebildiğimizin ötesinde bir şeyler var olmak zorunda ve zaten tüm varlıklarla iletişim halindesin ve iç içesin. Herkes ve her şey senin bir parçan.
O zaman neden korkuyorsun?