Beklentileri Sıfırlamak

Hayatımın son iki ayında, tam anlamıyla literally son 2 ayında o kadar çok şey değişti, o kadar farklı duygu ve durumlar içine girdim ki, otursam kitap bile yazarım.

25 yaşımı noktalamama iki gün kala, şu iki aya geriye baktığımda görüyorum ki, yavaş yavaş geride bırakmayı başardığım “her gün bir yeni psikolojik savaş” adlı çalkantılı dönemde çok şey öğrendim. Beş-altı tane, çok kısa sürede üst üste başıma gelen kişisel olay var. Olayları burada paylaşamam, ancak kendimdeki değişimi ve bakış açımı değiştirme hikayemi anlatacağım.

Bundan yalnızca iki ay önce insanlara bağımlı, obsesif yapılı, duygularını kontrol edemeyen, neye ve kime önem vermesi gerektiğini bilmeyen, şu ankine göre çok daha az sorumluluk bilinci olan, impulsive biriydim. Kötü biri değildim, aksine çok iyiydim, hatta insan olarak fazla iyiydim, ancak az önce belirttiğim zayıf yönlerim beni esir alabiliyordu. Yaşadığım olaylarda kontrolüm dışında gelişen çok olumsuz nokta vardı, ve kontrol edemezsem obsesif/depresif loop‘a girecektim. Girdim de. En kötü dönemimde haftada ortalama 3kg vermeye başladım. Kısaca, tabiri yerindeyse, boka sardım.

If you don’t like something, change it. If you can’t change it, change your attitude. Don’t complain.

Maya Angelou

Sanırım tam bu depresif moddan çıkacakken bir daha, üzerine bir daha, bir daha darbe alıp durmak, hayatın bana kibarca “belki de başka bir şeyleri değiştirmelisin” deme yoluydu. Tam doğru zamanda, günü gününe doğru noktada hayatıma tesadüfen giren insanlar da belki de ipuçlarıydı. Ancak noktaları bazen ancak geriye dönük baktığımızda birleştirebiliyoruz. Canımı sıkan olaylar yaşadıysam da, bazıları için şimdiden “iyi ki olmuş” diyorum. Bazılarındaki olayı henüz şu an bulunduğum noktada göremiyorum ama yeterince zaman geçtiğinde onlara da iyi ki olmuş diyebileceğimden eminim. İstatistiksel açıdan değerlendirdiğimizde, yirmi beş yılda tersi çıkmadı henüz.

Peki ne yaptım? Olayları elimde sımsıkı tutup kontrol etmeye çalışmak, onlara tutunmak yerine, yoluma baktım. İnsanlar hep takıntılı olduğumda bana move on, let it go derdi, çok takmazdım. Genelde haklılarmış. Fazla duygusala bağlayıp, geçmişe tutunmaya çalışan biriydim. Ancak move on‘ın anlamını daha yeni anlamaya başladım. Önüne, ileri bakmak demek geçmişten vazgeçmek demek değilmiş. Aksine, zamana bırakmakmış. Zaman her şeyi yoluna sokuyor, olması gerekenler oluyor, olmaması gerekenler ise, yerini çok daha güzel olaylara bırakıyor. Düşünmeyip kafamı rahatlatarak obsesyonu yendim. Gereksiz takıntılardan kurtulmaya başladım. İster hayatımı ciddi anlamda etkileyen, bana gerçek anlamda zarar veren olaylar olsun, ister kapıyı kitleyip kitlemediğimi üç kere kontrol etmek gibi önemsiz ancak takıntı belirtisi şeyler.

Yetmedi. Obsesyonu ciddi ölçüde yendim, ancak hala bana zarar veren, obsesyonun ötesinde bir şeyler vardı: beklentiler. O ya da bu şekilde, günlük hayatımızda sürekli bizi esir alan, ruhumuza, ince ince işleyen, o iki yüzlü duygu. İki yüzlü, çünkü güzel bir şey gibidir. Kendini umut gibi gösterir, ancak umut ile beklenti arasında ince bir çizgi vardır. Umut kararlılıktır, başarıdır, vazgeçmeyiştir. Beklenti ise zayıflıktır, obsesyondur, bağımlılıktır. Beklentileri sıfıra indirdim. Hep kolay olmadı, bazen indirdiğimi sandım ancak içten içe indiremediğimi gördüm. Ancak indirdim. Zormuş, ama sandığım gibi imkansız değilmiş. Sıfıra indirmemle birlikte herşey bir anda olması gereken şekle döndü. Olaylar, yaşadıklarım, insanlar, dedikleri, son ik ayımdaki ve daha da öncedeki herşey anlam kazanmaya başladı. Neredeyse tüm parçalar yerine oturdu. Çok daha güzel, büyük bir resmin parçası halini aldılar.

Kafayı rahatlatmanın formülü çok basitmiş: umudu yüksek, beklentiyi sıfırda tutmak gerekiyormuş. Direk mutluyum diyemem tabii ki, mutluluk denilen olay özel bir duygudur, her durumdayken demek, kendisine hakaret olur. Ama 25 yaşımı tamamlarken, son bir kaç ayda, en önemli şeyi öğrendim: hayat çok tatlı sürprizlerle dolu. Ne zaman geleceği belli olmuyor, bu yüzden beklentilere kapılmadan, her şeyi, herkesi, olduğu gibi yaşamak ve tadını çıkarmak lazım. Gelmesi gereken dönüp dolaşıp, bir şekilde zaten geliyor. Öyle bir geliyor ki, istesen bile kaçamıyorsun. Onun dışında bir beklentim yok. Hayatımı, psikolojimi, duygularımı, işimi, ilişkilerimi düzene sokmayı başardım. Hem de en zor günlerde bile. Teknolojinin sağlık sektöründeki gelişimini ve nispeten sağlıklı bir insan olduğumu düşünürsek, insan hayatının önümüzdeki 50 yıllık dönemde ciddi biçimde uzayacağını da project ederek kendime 100 yıl gibi sağlam bir ömür biçtim. Böylece, ilk çeyreği tamamlamış oluyorum sanırım.

Yüzlerce insandan bir tanesi bile olmasaydı, her şey farklı olabilirdi. Thanks to everyone involved. Sıradaki bölüm: adını bilmediğim the next chapter.