Bırak

Anlamıyorsun değil mi? Anlamıyorsun. Hiçbir zaman kafana sokamadın şu gerçeği: arayarak bulunamayacak bir şeyi istiyorsun. Hayatın akışına bırakman lazım ama bırakamıyorsun. Sıkıca tutunuyorsun. Ama akıntıya karşı yüzemezsin. Bırak, git en derinlere, gerekiyorsa boğul, öl, çaresizliği tüm varlığınla hisset. Dibi gör. Ve sonra yeniden başla. Bu defa zirveye ulaşmak için o dereye atlamaman gerektiğini biliyorsun. Gerekiyorsa yeniden düş, ama hep daha yukarı tırman. Gerekiyorsa herkesi ve her şeyi sil ve yeniden başla. Gerekiyorsa bir volkan gibi patla. Ama asla vazgeçme.

“Senden başka kimseyi istemiyorum” diyebilmenin özlemiyle acele ederken ayağının kaydığı dereye düştüğün için kendini mi suçlayacaksın? Acının parmaklıklarından azıcık olsun izne çıktığın, temiz havayı soluduğun alkolü fazla kaçırıp içinden geçenleri söylediğin için biranın köpüğünü mü suçlayacaksın? Bırak, isteyen istediğini suçlasın, sen doğru olduğuna inandığını yap. Ve kimseyi dinleme.

Haksızlıklarla savaşırken kan döktüğünde, kimse sana kan vermediğinde, kimse yaralarını kapatmadığında, yaşama tutunmak için yaptığın neyden dolayı seni suçlayabilirler ki? Elinden gelenin en iyisini yapmana rağmen sana ait olan hayat başkasınınsa, en çok istediğin şeyler, sende değil de o tipini siktiklerindeyse, insanlar arkalarını dönüp gidiyorlarsa, siktirsinler gitsinler. Küfret. Rahatla. Seni fikirlerinden ve bakış açından, sen olduğundan dolayı değil de, ağzından çıkan iki argoya göre eleştirenler de siktirip gitsin. Doğru insanlar kalsın.

İnsanlar sana sorumsuz mu diyor? Bırak. Sen’i tanımadan, yaşadıklarını, verdiğin savaşı bilmeden, yalnızca dışarıdan yağlı boyayla gözlerine serpiştirdiğin resme göre karar versinler. Bırak, isteyen istediğini desin. Bırak, isteyen eleştirsin. Onlar için değil kendin için yaşıyorsun. İçindeki sesi dinle. Tüm dünyayı karşına alsan da içindeki sesi dinle. Çünkü senin oynaman gereken oyunu başkası oynayamaz.

Çünkü kimse senin savaşını senin adına kazanamaz.