Kafanın içinde dünyayı geziyorsun. Olabilecek tüm kombinasyonları hayal ediyorsun. İnsanları tanıyorsun, zaman geçiriyorsun. Paylaşıyorsun.
Güveniyorsun.
Ve güvendiğine pişman oluyorsun. Elinde ise yalnızca birkaç günlük huzur kalıyor.
Hepimiz sürekli yeni insanlarla karşılaşıyoruz. İlk andan itibaren onlarla ilgili izlenimlerimizi aklımızın uçsuz bucaksız nöronlardan oluşan ağına atıyoruz. Zaman geçtikçe kafamızın içindeki bu ağlar, insanlar hakkında daha net bilgilere ve varsayımlara ulaşmamıza sağlayacak kapıları açıyor. Peki ya her şey bir oyun ise? Ya her şey bir hayal ise? Eğer herkes rol yapıyorsa, her şey bir simülasyon ise, duygu ve düşünce dediğimiz her şey laboratuvar ortamındaki bir kap içinde bulunan bilincimizi uyaran elektrik sinyali ise neyin anlamı var ki? Hiçbir şeyin gerçek olamadığına inandıktan sonra en anlamlı olgulara bile nasıl anlam yükleyebiliriz? Arkadaşlarımızın, yaşadıklarımızın, hissettiklerimizin, ailemizin, evimizin, hatta maddenin varlığından nasıl emin oluruz?
İnsanlar biraz daha güce sahip olmak için başkalarının hayatlarına kıyıyorsa, yalnızca kendilerinden daha güçsüz diye hayvanların haklarını hiçe sayıyorsa, başkalarını ezerek başarılı oluyorsa, ne anlamı var ki bu toplumda barınmanın?
En güvendiklerimiz gözlerimizin içine bakıp yalan söylüyorsa, sevgi gibi kutsal bir duyguya ihanet ediyorsa, emekleri bir çırpıda çöpe atıyorsa ne anlamı var ki sevmenin?
Ne anlamı var ki güvenmenin?
İnsanlar gerçeklerden kaçıyorsa, yalan bir dünya içinde yaşamak istiyorsa, sorunları olduğunda yapıcı olup çözmek yerine yıkım yolunu seçiyorsa, ne anlamı var ki iletişim kurmaya çalışmanın?
Bu dünyada herkes mutsuz, olmayan hayaller peşinde üzerilerinde şık kıyafetlerle, makyajlarla, parfümlerle, gösterişli arabalarla bir sürü insan. Yukarıdan yalnızca karınca sürüsü gibi gözüküyorlar. Bir çırpıda ezilebilecek kadar küçükler, ve dünyayı mahvedecek kadar büyükler.
Bazılarımız topluma ayak uydurup, kendilerine dayatılan düzenli robotik hayatı tercih ediyor. Geri kalanlarımız ise gittikçe daralan distopyanın duvarları arasında klostrofobinin gözlerinin içine bakıp nabzının arttığını hissederek çıkacak bir yer alıyor. Bazılarımız şehir ışıkları arasında kamaşan gözlerini kapıyor, bazılarımız ise o kadar yalnız ki karanlık bile parlak geliyor.
Bazılarımız iş, para, koşturmaca ve antidepresanlar arasında bir ölümü yaşamayı hayat sanıyor, bazılarımız ise tüm farkındalığıyla döngüden çıkmaya çalışıp dibe çekiliyor.
Bazılarımız bunu da bir kenara atıp hayatına devam ediyor,
Bazılarımız ise yalnızca yaşamak istiyor.