Hello, Again

Bizi biz yapan her şey, bugüne kadar yaşadıklarımız, tanıştığımız insanlar, o gün orada o yoldan değil de yan yoldan gitsedik hayamızın tamamen farklı olacağı, artık hayatımızda olmasalar bile bizi etkileyen her şey… Keşke bütün bunların olduğu bir yer olsaydı. Keşke geçmişi yaşayabilseydik, bugünkü bizden, o günkü bize seslenebilseydik. Keşke tüm hayatımızın eski sayfalarını açıp okuyabilseydik, bizi neyin biz yaptığını görebilseydik. Her şey farklı olurdu.

6 Ekim 2015.

Tam bir yıl önce bugün. O gün yaşadığım ve tamamen sıradan görünen olaylar hayatımı tamamen değiştirdi. Ne oldukları önemli değil. Sadece şu anki ben’e bakıyorum, tam bir yıl önce bugün yaşadığım tamamen günlük olaylar silsilesi olmasaydı, şu anda çok büyük ihtimalle burada olmayacaktım, bunları yazıyor olmayacaktım. Belki bir blog’um bile olmayacaktı. Belki şu an Alaçatı’da değil İstanbul’da ya da belki de Amerika’da olacaktım. Arkadaşlarımın büyük bir bölümü farklı olacaktı, günlük hayatım farklı olacaktı, yakınlık yaşadığım herkes farklı olacaktı, farklı bir işim olacaktı, farklı hobilerim olacaktı. Şu an hayatımda olan çoğu şey, bir yıl önce yoktu. Yaşıyordum, nereye gittiğimden, bir yıl sonra şu anda bunu yazıyor olacağımdan habersiz biçimde yürüyordum. Sıradan bir gündü, ya da en azından öyle sanıyordum…

Ve dönelim şu ana. 6 Ekim 2016. Hiç düşündün mü sevgili okuyucu, neden bazen ilham geliyor da yazıyorsun, çiziyorsun, boyuyorsun, beste yapıyorsun, bazen gidip tüm gücünle bağırıyorsun, okuyorsun, fotoğraf çekiyorsun, dans ediyorsun, seviyorsun her şeyi. Ve sonra zaman geliyor, tüm duyguların sessizleşiyor.

Neden?

Neden bazen her şey susuyor? İçindeki çocuk uyuyor, sessizliğe bürünüyor, ve oradan uzunca bir süre çıkmıyor. Aylardır içimdeki çocuk uyuyordu, her şey gerçeklikten uzaktı. Kumlarda yatıp samanyolunu izlerken bile, hiçbir şey gerçek değil gibiydi. Sanki hepsi bir rüyaydı. Duyguların törpülendiği bir rüya. Tüm renklerin solduğu gri bir filmi izledim. Renkleri geri getirmeye çalıştım. Olmadı. O kadar griydi ki, renkleri ne kadar artırmaya çalışsam da renkler geri gelmiyordu. Solmuştu, bitmişti. Yazmak istiyordum. Bir sürü parça vardı orada burada. Ama birleştiremiyordum. Gökyüzüyle denizin gece karanlığında birleşip, yıldızların dansı eşliğinde hayat veren en derin mavi bile solmuştu. Bir şey yapmam gerekiyordu. Böyle devam edemezdi.

Bağırmak yerine susmayı denedim. Konuşmak yerine, kendimi ifade etmek yerine dinlemeyi denedim. Sanki içimde başka bir ben vardı. Benden, bedenimden, bilincimden daha gerçek bir ben. Yeterince sessiz olursam, derinlerden, çok uzaklardan bağrışını duyabilirdim tekrar. İnsanlar olmadıkça, günlük hayatımda içimdekini maskeleyecek bir şeyler olmadıkça, sessizlik oldukça daha çok duydum. Tam bir yıl önce bugünü düşündüm. Ne yapmıştım? Kimlerle görüşmüştüm, nereye gitmiştim…

Geçmişim, bugünümün yazarı değil miydi zaten? En başından beri, eğer günlük tutsaydım, bolca fotoğraf çekseydim, geçmişe bakıp o günü tekrar yaşayamaz mıydım? Tozlu bir sandığın içine kaldırdığım öfkemi, sevgimi, nefretimi, heyecanımı, korkumu, mutluluğumu tekrar ziyaret etmez miydim? Fotoğraf çek, video çek, yazılar yaz, günlük tut. Kokuları sakla, tatları hatırla, sesleri dinle, kişileri, o gün insanlarla yaşadıklarını kafanın içinde tekrar yaşa. İşte o zaman seni neyin kontrol ettiğini, geçmişteki hangi olayların seni hayatta nereye götürmeye çalıştığını daha iyi anlayacaksın. Çünkü her gün günlük tutarsak, günlüğü açıp, o günlerde dinlediğimiz müzikleri dinleyip, fotoğraflara bakarsak o günü tekrar okuduğumuzda o günü yaşarız, bilinçaltımızdaki hapsolmuş anıları serbest bırakırız. Bilincimizle bilinç dışımız arasındaki çizgiyi inceltiriz.

Biriken tüm yazı parçalarını toplayıp hayata döndürme zamanı geldi. Uzun bir aradan sonra, tekrar hello world!