Sevgili ayna, söylesene bana bilmek istediğim tüm cevapları…
Hepimiz sık sık, ya da arada da olsa, aynaya bakar, kendimizle konuşuruz. Anlamlandıramadığımız bir biçimde severiz bunu yapmayı. Bir o yana, bir bu yana derken kaybederiz kendimizi, kendimizi izlerken… Neden bu kadar seviyoruz ki kendimize bakmayı? Belki de artık suyun yansımasında, her şey durulduğunda kendimizi göremediğimiz içindir. Dünyanın içine edip, sonra da düzgün bir yaşam umduğumuzdandır.
Sevgili ayna, söylesene bana, neden böyle olmak zorunda? Neden kendimize baktığımızda bile huzur bulamıyoruz? Kendimizle mi barışık değiliz, yoksa dünyaya küsüp yalnızca kendimizle mi barışık kalabiliyoruz? Dış dünyaya açılan penceremizi kapayıp kitlemişiz, tüm perdeleri kapatmışız. Ne ışık girebiliyor içeri, ne de karanlığı görebiliyoruz. Kendi dünyamızı aydınlatmak istiyoruz ama yetmiyor, tek başımıza olduğumuz sürece yetmez de. Paylaşmadığımız sürece, ne yaparsak yapalım, hep bir şeyler eksik kalır. Bazen de en kalabalık yerde bile paylaşacak biri yoktur. Yaptıklarını herkes beğense de bir anlam ifade etmez. Aynayla baş başa kalırız yine.
Sevgili ayna, neden kendim olamıyorum? Neden o eksiği kapatamıyorum? Suç bende mi insanlarda mı? Sorunun cevabını biliyoruz aslında. En iyisini, en gerçeğini istiyoruz. Ancak bizim gibi çok az insan var. İnsanlar beyinlerini uyuşturup, gerçeği yaşamamayı seçiyor. Gerçek şeyler hissetmekten korkuyorlar. Biz ise gözlerinde kendimizi görebileceğimiz birini istiyoruz. Kendimizi dinlemek istiyoruz. Yalnız olmadığımızı bilmek istiyoruz. Doğamızda, en derinimizde bu var. Ama dünya vazgeçmiş her şeyden. Sevgiden, tutkudan, aşktan, yaşamaktan, her şeyi en doğal, olması gerektiği gibi hissetmekten… Var olmaktan vazgeçmiş. Kimsenin olmadığı bir gezegende yaşamaya çalışıyoruz tekrar, ama yalnızız. Sonsuz uzay boşluğunda ölüme terk edilmiş bir astronot gibiyiz. Yaşayamamaktan korkuyoruz, ve kimse bizi bu yüzden suçlayamaz. Çünkü yaşamak, sevmek, ve birinin varlığını hissetmek, zaten en temelde bizi yaşatan şey. Barış istiyoruz, güvenmek istiyoruz. Ancak insanlar politik olmayı, bizi arkamızdan vurmayı seçiyorlar. Sevgi istiyoruz, ama en sevdiklerimize bile güvenemiyoruz artık. Bu yüzden, çevremizde herkes varken bile yalnızız aslında.
Sevgili ayna, neden iç sesimi dinlesem de doğruyu bulamıyorum? Doğru diye bir şey mi yok, ya da ben mi çok sabırsızım? Hepsi aptal bir oyun mu? Kafamda her şeyi kurgulamaktan nasıl kurtulacağım? Daha da önemlisi, bütün bu soruların cevabı nerede gizli? Daha içeri mi bakmalıyım, yoksa daha dışarı mı? Ya da içimle dışımı bir şekilde birleştirmeli miyim? İşte bütün bunlar beni çok yoruyor sevgili ayna. Eminim birilerini daha yoruyordur, ama çoğu insan düşünmemeyi, yaşamamayı seçiyor. Kendi içlerine kapanıp, dünyayla tek iletişimlerini fiziksel temas üzerinden sağlıyorlar. Mental hiçbir bağ yok. O eksikliği de gündelik olaylarla, egolarıyla, trend’ler ile maskeliyorlar. Bundan sonra hep böyle mi, yoksa bir kırılma noktasıyla insanlar tekrar kendine gelebilecek mi? Belki de en çok bunu sorguluyorum. Daha ne kadar içimize atacağız? Daha ne kadar içimizde bu eksiklik büyüyecek?
Sevgili ayna, neden iyileşemiyoruz? Neden yara bantları gittikçe daha da etkisizleşiyor? Nasıl oluyor da, yara bandımız yaramız, yaramız ise yara bandımız oluyor? Doğru ile yanlış arasındaki çizgi eskiden yalnızca rüyalarda bulanırdı, şimdi ise yaşamın kendisi bir kabus. Kendimizi doğada, gerçeklikte, kendimiz gibi birinde bulamayıp, banyonun loş ışığında aynada görebiliyoruz yalnızca. Sakın sen de kırılma ayna. Çünkü sen de gidersen, kimse kalmayacak.