2015: Her şeyin değiştiği yıl

Bu yazı blog’dan çok, günlük formatındadır. Kendi hayatımın son döneminde yaşadıklarımı anlatmaktadır. Siz de değişmek istiyorsanız, size de bir şeyler katacağından eminim.

10. 9. 8. 7. 6. 5. 4. 3. 2. 1.

Ve 2015’teyiz. Yakın arkadaşlarım, sevgilim, eğlenceli muhabbet, hep birlikte içip eğlendiğimiz bir ev partisi. Önümüzdeki bir kaç gün en büyük derdimiz, bir yere tarih yazarken yanlışlıkla yıl kısmına 2014 yazacak olmamız. 10’dan geriye saymaya bayıldığımdan değil de, herkes yapıyor işte.

Bundan (neredeyse) bir yıl önce, yukarıdaki cümlelerde bahsettiğim noktadayken, şu anki ben’i hayal bile edemezdim. Dışarıdan bakınca tamamen aynı kişi. İçeriden ise tamamen farklı. Yaşam tarzı: dışarıdan görününce hemen hemen aynı şeyleri yapıyorum. İçeride her şeyin anlamı ve değeri değişti. Bir insan dışarıdan aynı görünürken içeride nasıl tamamen değişebiliyor? Bunu anlamak için biraz geriye dönüyoruz.

Doğruyu söylemek gerekirse, 2015’imin ilk yarısı sıkıcı, bayık, anlamsız, ne iyi ne kötü bir şey yaşayarak geçti. Düz, basit, sıradan hayatıma devam ediyordum. Taa ki Temmuz/Ağustos’a kadar. Yazın da çok eğlendim. En sevdiğim arkadaşlarım. Deneysel fotoğrafçılık. Astro. Deniz, kum, güneş, sahil. Kitesurf. Yeni insanlar. Tatil modu. Alaçatı. Kızlar. Sabahlara kadar sevişmeceler. Kendi drone’umu radyo kontrolüne kadar sıfırdan yapma projem. Her sabah havuz. İçmece. Mangal. Doğa. Kahvemi yudumlayıp kendi işimi yaptığım günler. Kısaca, her şey on numaraydı. Yazın sonlarına doğru, sonbahara doğru bir şeyler oldu, ve her şeyin değiştiği, durduralamayacak bir zincirleme reaksiyon başladı. Hepimizin hayatındaki bazı olaylar insanı değiştirir, geliştirir, olgunlaştırır. Ama bu biraz daha farklıydı. Sanki bütün olacaklar, önceden en ince detaylarına kadar planlanmıştı. Bütün ama bütün hepsi böyle bir zamanlamayla üst üste gelemezdi.

Her şey mükemmel bir oyundu, ben de baş roldeydim. Kendimi çok sorguladım, acaba fazla mı drama king olmaya başladım diye. Hep dışarıdan, üçüncü biri olarak baktım kendime. Sonra fark ettim ki, kesinlikle hayır. Her şey. Gerçekten. Oluyordu. Rüya gibiydi, film gibiydi, ama gerçeğin kendisiydi yaşadıklarım. Rüzgar beni en korktuğum, en boktan yere götürüyordu. Karşı koymaya çalıştıkça daha da battım. Sonra dedim ki, s*kerler. Üst üste gelen büyük tesadüfleri ve insanların aptallıklarını, zaten istesem de değiştiremeyecektim. Neyi değiştirebileceğime bakayım dedim, ve sonra sanırım tek gerçek cevabı buldum: ben’i.

Değişmek, tek seçeneğimdi. Bunu görmem birazcık zaman aldı, ancak sonunda rüzgara bıraktım kendimi, tıpkı eski yaz günlerindeki gibi. Ev’imden uzaklara götürdü beni. Ait olduğum yerlerden çok uzaklara. Sanki uzaya doğru bütün hızıyla beni fırlattı. Dünya, gittikçe küçüldü, küçüldü, ve yok oldu. Nispeten güvenli sayılabilecek bir astronot kıyafetinin içindeydim, uzunca bir süre yaşamaya yetecek yemeğim, oksijenim, suyum vs. vardı. Yaşamsal ihtiyaçlarımı karşılıyordum. Ama hayat, onun dışında her şeyimi almıştı.

Evimin nerede olduğunu göremiyordum, tüm arkadaş ortamım dağılmıştı, sevgilim benden ayrılmıştı, para kazanmıyordum, monotonluktan çok sıkılıyordum, geleceğe dair umudumu kaybetmiştim, insanlara güvenemiyordum, hiçbir yere ait hissedemiyordum, iç huzurum kalmamıştı, kafamı oyalamamı ve iyi hissetmemi sağlayan her şey, bir kaç hafta içinde hayatımdan çıkıp gitmişti.

Sıfırdaydım.

Duygusal anlamda dibe vurmanın ne demek olduğunu, daha önce anlamadığımı anladım. Sıfır. Mutlak karanlık. Sonsuzluk ama kötü anlamda. Bir şekilde çıkmak zorundaydım. Gerek arkadaş, gerek duygusal hayat, gerek iş ve günlük sıradan olaylar açısından başkalarına bağımlı hale gelmiştim, ve insan bağımlılığının, en tehlikeli şeylerden biri olduğunu biliyordum. En korktuğum şey olmuştum tekrar. En olmak istemediğim yerde, en olmak istemediğim kişiydim. “Bak, gör”, dedi hayat bana. “Böyle de devam edebiliyormuş hayat.” Edebiliyordu, ama ben bu hayatı istemiyordum. Daha doğrusunu söylemek gerekirse: bu benim hayatım değildi. İnsan bağımlılığımdan kurtulursam, arkadaşlarımın farklı yerlere dağılmış olmalarından da, bir kademe ilerleyebilmek için başka insanları beklemem gerekmesinden de, duygusal hayatımdaki insanların yaptığı yanlışların cezasını çekmemden de kurtulabilirdim. Evet, buydu işte: insan bağımlılığımdan kurtulacaktım. Tıpkı, dış ülkelere bağımlı olmaktan kurtulmanın yolunun kendi kaynaklarını üretmek olduğu gibi, insanlara bağımlı olmanın yolu da, onlara ihtiyacın olmadan yaşayabilmekti. Ama nasıl? Bilimsel bir metod uygulamak, neden sonuç ilişkisi kurabilmek, maddeleri listeleyebilmek, sonra da hepsinden teker teker kurtulmak. Yapacağım buydu, ki bilimsel düşünmek, her zaman iyi yaptığım bir şeydi. Bunda da yapabilirdim, değil mi?

Kurallar burada böyle işlemiyordu dostum. İnsan sosyal bir varlıktır, evrimsel olarak diğer insanlara o ya da bu sebeple bağlıdır. Başka insanlar olmadan bir yere kadar yaşayabilir. Belki yemek bulur, yaşamsal anlamda zorunlu ihtiyaçlarını karşılayabilir, ancak sosyal ihtiyaçlar için insan gereklidir. Bunu basit bir deneyle kanıtlayabilirim. Gözünüzü kapatın ve hayatınızda kimse kalmadığını hayal edin. Hiçbir insan yok. Aile, arkadaş, tanıdık, eş, dost, sevgili, sokaktaki yürüyen insanlar, hiçbiri yok. Delirmeden ne kadar dayanabilirdiniz? Ben pek dayanabilen, asosyal olmaya alışık biri de değilim. İnsan, başka insanlarla birlikte kendi olabilir. Tek başına bir yere kadar kendini geliştirebilir. Bu yüzden, insanlara bağımlılığı tamamen kaldırmak gibi bir şey, insanın doğası gereği mümkün değildir. Ancak, bu bağımlılığı en aza indirip, o anda elimizdekileri en verimli kullanarak neler yapabilirdik acaba?

Kendini geliştirmek. Kendimi geliştirecektim. Ama nereden başlayacaktım? Her zaman her konuda olduğu gibi, en zor kısım, ilk adımı atmaktı. Yapmayı sevdiğim şeyleri bulmalıydım. Kendimi yeniden bulmalıydım. Ve ne kadar klişe olursa olsun, sonuna kadar doğru: değişim ancak içeriden dışarıya doğru olabilirdi. Belki o an, en sevdiğim şeyleri o da da bu sebepler yapamıyordum, belki suboptimal bir dönemdeydim, ancak bu yeni bir şeylere başlamaya engel değildi. Öncelikle daha fazla fotoğraf çekmeye çıkmaya başladım. Hala daha da eskiden yaptığım kadar değil, ama bir yerden başlamak lazım tabi. Blog açtım. Hem kendimle ilgili yaşadıklarımdan anıları paylaştığım, hem de insanların ilgisini çekebilecek diğer konulardan bahsettiğim, sıcakkanlı bir ortam oluşturmak istiyorum. Tabii ki daha bu konuda çok yeniyim, ancak yeterince kendini geliştirirsen, Tanrısı olamayacağın hiç bir alan yoktur. Blog konusunda uzun vadede ciddi düşünüyorum. Müzik yapmaya başladım. Zamanında yıllar önce ilgilenmiştim ama zaman eksikliğinden bırakmıştım. Şimdi sıfırdan enstrüman master et, grup kur, tüm gruba uygun zaman belirle, stüdyoya gir, herkesin istediği şekilde müziği yap, bana mantıklı gelmedi. Bu yüzden Logic ile elektronik müzik öğreniyorum. O konuda da yeniyim, upuzun bir yol var, ama hey, en iyisi olmaya çalışmıyorum, eğlenmeye çalışıyorum. İlk günden itibaren çok eğlenceli bir yol, ve kendimi tatmin ediyor. Bu konular dışında, insan ilişkilerine çok daha fazla önem veren biri oldum. Uzun süredir görmediğim insanları gördüm, bir sürü insanla tanıştım, farklı hayatlar, farklı hikayeler dinledim ve yaşadım. Agresif ve acımasız biriydim. Daha ılımlıyım. Kendi içimde, direk olarak kelimelerle anlaşılamayacak bir sürü şey yaptım şu bir kaç ayda. Tam bitmedi, ama, en azından doğru yoldayım diyebilirim.

Ve bitiyor. 26 yılda değişmeyen her şey, bir kaç ayda değişti. Sevgili 2015, değer verdiğim, değer verdiğimi bile fark etmediğim çok şeyimi aldın ve bir çırpıda acımasızca kenara attın. İç huzurumu sarstın. Beni sıfıra, yaşamak için amaç bulamayacak noktaya getirdin. Hayatımın bana en zarar veren yılıydın. En beklemediğim anda, en beklemediğim ve tek zayıf yerimden sağ gösterip sol vurdun. Sürekli şu soruyu soruyorum: acaba bütün bu olanlar tekrar olmayacak olsaydı ve bir zaman makinem olsaydı, yaza geri döner miydim? Yazdan sonra hayatıma giren her şey, işler, anılar, hedefler, bir sürü yeni hobi, öğrendiğim tonlarca şey, ve en önemlisi insanlar. Bütün bunlar hiç var olmasaydı, Temmuz sonlarında, bu çalkantı başlamadan önceki, eğlenceli ve renkli de olsa kendi içimdeki basit ve beklentisiz Can’a döner miydim? Sanmıyorum. Sonsuza kadar cam fanusta kalamazdım. Ne mutluluğu, ne mutsuzluğu yaşamayan duygusuz bir insan olarak devam edemezdim. Bir yerde tekrar kendim olmam gerekiyordu. Tekrar kendimle yüzleşmem gerekiyordu. Özüme, en derinlere inmem gerekiyordu. Son üç ayda en iyi öğrendiğim şey ani duygu git/gel’lerini kontrol etmeyi öğrenmek oldu. Daha iyi biri oldum. Gerçekten en derinlere dalmak, dipte nefessiz kalmak gerekiyormuş bir süre. Gücüm kalmadıkça daha güçlü olmayı, umudum kalmadıkça hayata farklı yollardan tutunmayı öğrendim. Öğrendim…

Sadece öğrendim. Sabretmeyi de az çok öğrendim. Ama ne yalan söyleyeyim, insanda güç kalmadı. Çok yordun beni 2015. Sen benim en acımasız, en tehlikeli, ama bana aynı zamanda en çok şey katan, hiç sevmediğim öğretmenimdin. Neyse ki seninle ilişkimizin bitmesine bir gün kaldı, sonra ondan geriye sayacağız, ve sadece anılarda yaşayacak, hatırlamak istemediğim bir yıl olarak kalacaksın.

Ve madem buraya geldik, bu yazıyı da new year’s resolution ile bitirmemek olmaz. Kişisel gelişim, spor, iş, para, eğlence, arkadaşlar, yeni hobiler… Bunlar yeni yıldan istenecek şeyler değil. Bunları istiyorsan gider şu an alırsın. Bazı şeyleri ise beklemek gerekir. 2015, hoşçakal, seni asla özlemeyeceğim, ve hayatımın bugüne kadarki en büyük kara lekesi olarak kalacaksın. İstanbul’da her yerin karlarla kaplandığı şu sessiz gecede ise,

2016. Senden tek bir şey istiyorum. Ve bunun ne olduğunu sen de biliyorsun.