Bir Oyun Olarak: Hayat

“GAME OVER.”

Bu iki kelimeyi gördüğümüzde genelde her şeyin bittiğini sanarız. Öfleriz, pöfleriz, gerçek dünya’ya döneriz. Hadi bir el daha deme şansımız yoktur bazen. Biliriz ki, oyun bitmiştir. Çünkü bize böyle söylenmiştir. Sorgulamadan kabulleniriz. Son noktayı biri, bizim yerimize koymuştur. Ya da en azından, buna inanmaya şartlanmışızdır…

Hayatı bazen fazla ciddiye alan biri olarak, özümdeki, yaşım kaç olursa olsun çocuk ruhlu kalabilme yeteneğimden uzaklara gittiğimi hissediyorum bazen. Sıradan insanların sıradan sorunları, sıradan dünyanın sıkıcı insanları. Evet, arada kendim gibi insanlar hayatımda oluyor, ki zaten hayatı anlamlı kılan şey de bu, ama onlar dışında her şey anlamsız. Bitmeyen, amaçsız bir… şey?

Ne? Neden ne kadar düşünürsem düşüneyim, o şey sözcüğünün yerine başka bir sözcük bulamıyorum? Bakış açımız, hayatı fazla kutsal yaptığından, onu başka bir kavramda bağdaştırmamızı engelliyor. İnsan hayatı çok özel, en önemli şey. Ya da en azından, bize öğretilen, evrimsel açıdan hayatta kalma içgüdüsü adı altında genlerimize programlanan bu. Bakış açımızı değiştirirsek, belki hayatı farklı bir olay olarak konumlandırabiliriz. Örneğin, eğlenceli, ana karakterini yönettiğimiz, kendimizi yukarıdan gördüğümüz bir oyun gibi.

Bir yerde, bir şekilde başlıyorsun bu oyuna sen de. Neden oradasın, nereden geldin, ne yapıyorsun bilmiyorsun. Arkasındaki hikayeyi okumamışsın belki de. Oradasın ve oynuyorsun işte, o ilk adımı atıyorsun. O andan itibaren aslında her şey oyunun parçası. En oyun olmadığını sandığın bölümler bile, aslında bu mükemmel oyunun parçası. Sevgili okuyucu, bir oyun olarak hayata hoş geldin. Bu bölümümüzün adı ise:

Yeniden doğmak.

En başından beri, yıllardır, bu hayatı bir oyun olarak oynuyordun. Hiçbir şey sorun değildi. Daha çocuk olduğun günlerden beri, umursamaz biçimde eğleniyordun. Okul mu, ödevler mi? Kimin ne zaman umrundaydı! Ailevi sorunlar? İç dünyana karışamazlar ya, kapat kapını kurtul hepsinden! İnsanların basitliği? S*kerler arkadaş, sana ne! Ye, iç, sıç, eğlen, şımar, hunharca yaşa. Geri kalan hiçbir şey de umrunda olmasın. Saçma olanı yap, her şeyin bokunu çıkar. Eğlen işte. Neyi seviyorsan onu yap. Bu oyunu dibine kadar yaşa.

Yaşıyordun da zaten,  bir şey seni alıp, hiç istemediğin bir çemberin tam ortasına koyana kadar. Etrafında alevlerden duvarlar olan, asla çıkamayacağını düşündüğün ölüm çemberi. Seni en büyük korkularınla yüzleştiren, başka kimsenin olmadığı çember. Çok tatlı, çok eğlenceli, bitmek bilmeyen bir oyun oynuyordun sen. Ne oldu bir anda? Hiç beklemediğin bir noktada, bir anda biri ışıkları kapattı, ve ekrana GAME OVER yazdı. Sıkıyorsa bu bölümü de geç.

Bu bir oyun değildi. Oyunların rasyonel, gittikçe zorlaşan, geçmesi imkansız olmayan olgular olduğunu öğrenmiştin sen. Bu bir oyun olamazdı. Oyun bitmişti. Seni yıllarca uyuşturan oyunun fişini mi çekmişti biri? Yoksa hepsi bir kabus muydu? Sadece kötü bir rüyaydı, değil mi? Uyanacaktın. Belki de geçici bir arıza olmuştu, birazdan düzelirdi. Ne yapmak istiyordun? Gidebileceğin bir yer kalmamıştı, sıkıştırılmıştın. Senden başka kimsecikler yoktu. Ya sonsuza kadar o ateş çemberinde kalacaktın, ya da beklemek dışında yapabileceğin tek şeyi yapacaktın: alevlerin içine atlamak.

Burası gittikçe ısınıyordu. Alevler iyice seni dizlerin üzerine çökertmeden, belki de artık savaşman gerekiyordu. Ayağa kalktın, derin bir nefes aldın. Belki de son nefesindi, bunu biliyordun. Ama başka çaren yoktu. Savaşacaktın. Koştun alevden duvarlara doğru, hızlandın. Game Over yazısını göre göre, ölümü göze alarak koştun o alevden duvara, yaklaştın, daha da yaklaştın. İçine atladın. Ve bir anda yok oldu o duvar. Her şey bir anda durdu. Ekranda LOADING yazdı. Yeni bölüm, yükleniyordu.

En zor bölüm, aslında en büyük korkularında yüzleşmekti. Oyunun en büyük kısmı, oyunun bitmiş olduğunu sanmandı. Yaşayabileceğin en büyük korku, sana anlam ve mutluluk veren her şeyin bittiğini hissetmekti. Ve oyunun en zor bölümünü geçtin. Oyun devam ediyordu. Bu, inanılmaz güzeldi. Tam bittiğini sandığında, tüm umudu kestiğinde, her şeyi bitirmeye göze aldığında, aslında en güzel, en eğlenceli bölüm başlamak üzereydi. En çekici olan nokta ise, herşeyden vazgeçtiğin, ölümle yüzleştiğin, oyunun bittiğini kabullendiğin o son ana kadar, oyunun, devam ettiğine dair hiçbir ipucu vermemesiydi.

Bir açıdan baktığında oyunun en anlamlı, sana en çok şey katan bölümüydü bu. Ve onu geçmeyi başardın. Asla bitmesini istemediğin bu oyunu zaten istesen de bitiremeyeceğini anladın. Eğer o bölümden geçmeseydin, neyin senin için gerçekten değerli, neyin gerçek, neyin sahte olduğunu asla anlayamayacaktın. İçindeyken lanet ettin, neden buradayım diyip durdun. O zamanlar, noktaları geriye doğru birleştirdiğinde büyük resimde, hayatındaki belki de en önemli dönüm noktası olduğunu söyleselerdi, inanmazdın, kabullenmezdin. Ama şimdi geriye baktığında her şeyin ne kadar değiştiğini, kendini ne kadar geliştirdiğini görüyorsun. Belki canın sıfıra yakındı, belki öleceğini sandın, ama merak etme sevgili okuyucu, her bölümde, canın full’leniyor 😊.

Yıldızların önünü bulutlar kapattığında, yıldızların hala olduğunu, sadece geçici olarak onları göremediğini aslında hep biliyordun. Sadece odağını yanlış yerlere kitlediğin için karanlıkta yönünü kaybetmiştin. Sonunda tekrar oyuna döndün. Tekrar kendin oldun. Yeni bir bölüm başlıyor. Belki de güzel sürprizlerle dolu, çok eğlenceli, çok güzel bir bölüm. Ama şu an için tek bildiğin, tek gördüğün, içini bir kez daha heyecanlandıran, seni tekrar şımartan, sana gelecek planları yaptıran, gelecek yönündeki belirsizliğin seksiliğini ve çekiciliğini simgeleyen tek şey:

Loading…