Aşk İçin ‘A’

Yazı beklediğimden çok daha uzun oldu, ancak bir o kadar da beklediğimden güzel oldu.

Her harf, beraberinde akla bir şeyler getirir. Bir anı olabilir, hatırlanmak istenmeyen bir yer ya da bir isim olabilir. Görmek istemediklerimizle boğuşurken, onları istemediğimiz için daha da fazla görürüz. Aslında böyle olmak zorunda değildir, bunu unutup gideriz. İşte her harf için daha anlamlı bir liste. En azından, neredeyse her harf için.

Aşk için A. Bu dünyadaki en güzel ve en gerçek duyguyu hissedebilmek, her zaman karşımıza çıkan bir şans değildir. Aşk, yalnızca insanlara karşı hissedilebilen bir duygu değildir. Her şeyiyle, bu dünyadaki en güzel sonsuzluk duygusudur. Gerçektir. Bir insana gerçek olduğunu, var olduğunu hissettiren şeydir. Yalnızca God is Love sözü bile her şeyi ortaya koyuyor. İyi ki varsın aşk. Bize bütünlüğü hissettiren şeysin.

Bütünlük için B. Hepimiz dağılırız, izole, terk edilmiş, yapayalnız hissederiz. İşte bunun üstesinden bağlanmak ile ve bütünlük ile geliriz. Herkes ve her şey olarak bir bütün olmasaydık, en güzel şeylerin bile anlamı kalmazdı. Bir bütünüz, ve Tanrı’yı oluşturuyoruz. Bütün olduğumuzda, izolasyondan kurtulduğumuzda, yalnız hissetmeyiz ve cesur oluruz.

Cesaret için C. Korku, bugün buraya gelmemizde çok büyük bir rol oynamasına rağmen, günümüz yaşam biçiminde insanlara yalnızca zarar veren bir duygu haline gelmiştir. Çok aptal olup çok saçma şeyler yaptığımız anları bir kenara koyarsak, korku bizi bataklığa sürükler. İçinden çıkamayız. Korkuya karşı koyup cesaretimizi topladığımızda ise her zaman bir çare buluruz.

Çare için Ç. Çaresiz kaldığımızda dibe vururuz, kendi gerçek benliğimizi anlarız ve bir şeyler değiştirmek için adım atarız. Çaresiz kaldığımızda, yapayalnızken, gerçek çareyi buluruz. Çare, kalbimizin sesidir, en derindekidir.

Derinlik için D. Gözlerini kapat, her şeyden uzaklaş şimdi. Görüntüler, sesler, düşünceler, günlük olaylar ve kafanı kurcalayanlar. Hepsi, fade out etsin, karanlığa gömülsün. Yalnız kal. Işığı kapa. Sakinleş, dur orada biraz. kendini bırak. Yavaş yavaş derine in. En derine. Ve bunu her yaptığında, her gün, o duygusal birikim ile daha derine. En derine, kalbinin sesini dinlediğin yere inersen, yaşam enerjini hissedebilirsin.

Enerji için E. Madde dediğimiz her şey enerjidir. Einstein’ın ünlü formulü e = mc² ile kanıtlanmış olan bu durum, aslında her şeye farklı bir açıdan bakmamızı sağlıyor. Başka bir deyişle, sevgili okuyucu, sen sadece enerjisin. Fiziksel anlamda katı dediğimiz madde hali bile tamamen kafamızda oluşturduğumuz ve enerjinin belirli bir yoğunlaşmasına verdiğimiz isim olarak açıklanabilir. Hayata bu açıdan bakmaya başlayınca her şey daha fantastik bir hal alıyor.

Fanteziler için F. Hayal kurmak ve bazen fantezilere kaptırmak güzeldir. Hatta bazen iyice derinlerine gidip, öyle bir mental state‘e geçeriz ki, hayattan koparız. Hepimizin bazen buna ihtiyacı vardır, beynin yorulan ve sürekli çalışan bilinçli kısmını dinlendirir, daha aşağıdaki bazı şeyleri ortaya çıkarır. Belki de en gerçek olan şey hayallerimizdir…

Gerçeklik için G. Şu günlerde, şehir hayatında gerçek kalabilmek, saf biçimde, bozulmadan yaşamak çok zor. Bir olgunun, saflığını ve temizliğini bozan her etken yontulduktan sonra ortada kalan küçük parçadır gerçek olan. Hepimizin özüdür. En temeldeki ihtiyaçlarımızdır. Gerçek olabilen insanları o kadar çok seviyorum ki, tanımasam bile boynuna sarılasım geliyor. Gerçeklik, maalesef şu günlerde artık çok az insanda kalan duygularda biridir. Gerçeklik, hissettiklerimizdir.

Hissetmek için H. Hissetmek her şeydir. Neler yaparsak yapalım, nereye gidersek gidelim, hissettiğimiz kadar varız. Hissettiğimiz kadar yaşıyoruz. Hissedemiyorsak, içimizdeki o adı koyulamayan enerjiyi var edemiyorsak, kendimizin de ne kadar var olduğunu iddia edebiliriz ki? Sonsuzluğu, aşkı, tutkuyu, umudu, en soğuk günde sıcağı hissetmektir hayat. En karanlık gecede, beklemediğin anda yüzüne yeniden vuran ışığı hissetmektir.

Işık için I. Her şeyin enerji olduğunu hatırlarsak, ışığın da var olmamızdaki etkisini inkar edemeyiz. Elektromanyetik dalga olarak tanımlayabileceğimiz ışık, evrenin olmazsa olmaz yapıtaşlarındandır. Her ne kadar her şeyi görmemizi sağlayan, ışık olsa da, ışık kendisi görünmezdir. Tıpkı bize gizlice uzanan, kimliğini gizleyerek karşılıksız iyilik yapanlar gibi.

İyilik için İ. İyilik yapmak. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, bir davranışımızın sonucunda test edilebilir biçimde kendimize fayda sağlanmayacaksa ‘bunu neden yapıyorum ki‘ diyoruz. İyilik yapmak, karşılığı için yapılan bir şeyler değildir. Bir insana, dolaylı yoldan bile olsa çıkarcı bir nedenle yapılan bir davranış değildir. Aslında iyilik, hiçbir karşılık beklemeden, sadece içimizi ısıtan o güzel duygudur, anlayıştır, jesttir.

Jest için J. Bazen hepimizin şımarırız. Bazen de şımartılmak isteriz. Beklemediğimiz anlarda, sevdiklerimiz tarafından yapılan küçük jestler hayatımıza renk katar. Çok anlamlı ya da dramatik olmaları şart değildir. Ufak, ancak bir sürü olduğunda hayatı biz fark etmeden daha güzel bir yer yapan şeydir. Hayatımıza giren bu ufak yeni renkler, bize keyif katar.

Keyif için K. Hepimiz çalışıyoruz, yoruluyoruz, düşünüyoruz. Bazen fazla düşünüyoruz. Koşuşturmalardan, oradan oraya çarpıp durmaktan, sürekli uyarılmaktan, durmayı unutuyoruz. Hep daha fazlası, daha fazlası derken, anı yaşamıyoruz. Hep bir şeyleri erteliyoruz, olduğumuz yerde duramıyoruz. Anın tadını en son ne zaman çıkardın? Saatini en son ne zaman durdurdun? En son ne zaman kendin, sadece eğlenmek için bir şeyler yaptın? Herkesin, varoluş amacını unutup sorgulamadığı, programlanmış robotlara dönüştüğü bu sistemde, birinin sistemin zayıf noktasını zorlayıp kırması, özgürlüğe açılan o kapıyı aralaması gerekiyor. Birinin bunu yapıp herkesin lideri olması gerekiyor. Belki de o kişi sensindir?

Liderlik için L. İnsanlar ne istediklerini bilmezler. Kolayca ikna olurlar, ve ellerindekiyle yetinmeyi severler. Birilerinin, onlara kendi içlerindekini, onlara ne olduklarını hatırlatması gerekir. Bazen hepimizi, birilerinin zorla kolumuzdan çekip, bazen suratımıza sağlam bir tokat atıp, bize yaşamayı hatırlatması gerekir. Bazen bizi zorla çektikleri, bize vurdukları için başta onlara kızarız. Birileri yüzümüze neredeyse küfreder. Onlara sinirleniriz, “sen kim oluyorsun da…” diye başlayan cümleler kurarız, ama bir gün haklı çıkarlar. İşte o insanlar, herkesi peşinden doğru yolda sürükleyenlerdir. O insanlar, o anda belki mutlu olmasalar bile, mutluluğun nerede olduğunu görebilenlerdir.

Mutluluk için M. Her şeyin, duygunun, kendi içimizdeki savaşın, var olmanın anlamı bu değil mi zaten? Tüm yolların çıktığı duygu. Sevginin hem nedeni, hem de sonucu. Motivasyon kaynağımız. Mutlu olmayacağımızı bilsek, ne için uğraşırdık ki? İyilik yaptığımızda bile, aslında karmanın bize mutluluk olarak döneceğini bilerek iyilik yapmıyor muyuz? Para kazanmaya çalışırken bile, o paranın bize mutluluk getireceğine inandığımız için (ya da inandığınız için diyeyim ben) çalışmıyor muyuz? Gelecekle ilgili hayaller kurarken, en kendimiz olduğumuz anda, gözlerimizi kapadığımızda, mutlu olduğumuz, yakında gerçek olacağını bildiğimiz hayaller yok mu kafamızda? Takıntılarımızdan kurtulup, en saf aşkı, sanki daha önce tatmamış gibi tekrar tattığımızda, o sonsuz mutluluğu yaşayacağımızı bildiğimiz için, tüm salaklıkları göze alıp, gururumuzu yerle bir etmiyor muyuz? Mutluluk uğruna yaşayıp, o gün‘e geldiğimizde, şöyle bir geçmişe bakmıyor muyuz? İşte o gün, tam olarak o ana, o dakikaya gelmemizde rol oynayan dönüm noktalarını birleştirmiyor muyuz? Bütün o noktalar anlam kazanmıyor mu?

Noktalar için N. Hayatımızdaki o her şeyin değiştiği, kelebek etkisi yaratan noktalar. Hani, “düşünsene, o gün orda sağdan değil de soldan gitse(!)ydim…”, dedirten olaylar. İçindeyken hiçbir şey ifade etmeyen, ancak geçmişe döndüğümüzde birleştirdiğimiz, hayatımızdaki tüm önemli olayları, kişileri, dramatik değişiklikleri özetleyen noktalar. O noktaları birleştirmek hep beni büyülemiştir. Sen. Bir baksana, sadece şu an bu yazıyı okumanı sağlayan olaylar zincirine bile. Gidebildiğin kadar geriye gitsene. Sonra da bugün bunun oluyor olma ihtimalini hesapla. Tıpkı bir oyun gibi. Kurallarını bir türlü anlayamadığımız bir oyun değil mi zaten hayat?

Oynamak için O. Oynamak, eğlenmek, oradan oraya, düşüncesizce, umarsızca sevinç içinde koşuşturup durmak. Ya da bütün işi bırakıp bir kaç saat bilgisayar oynayıp o dünyada kaybolmak. Ya da sevdiğimiz insanla, yakınlaşıp oynaşmak. Arkadaşlarla toplanıp evde board game oynamak. Hayatın koşuşturması, paranın araç yerine amaç olması, oynama isteğimizi de köreltiyor. Bizi çalışma temposunda keyiften yoksun ettiği yetmediği gibi, tüm eğlenme isteğimizi bile yutuyor. Bir dur orada. Bırak bütün o işleri. “Ama acelem var!” diyorsan sana cevabım: S*kerler. Bunu demeyi, hayatta önce kendine önem vermeyi öğrenmek gerek! Bir kere geliyorsun dünyaya. Yaşa. Oyna, cıvı, aptal şeyler yap. Tehlikeli oyunlar oyna ki, ölümsüz ol.

Ölümsüzlük için Ö. Fiziksel anlamda ölümsüzlükten bahsetmiyorum, ona daha yaklaşık yüz yıl var. Peki ya bir gün öleceğini bilsen bile, umrunda olmayacak kadar ölümsüz hissettiğin anlar? Bazıları cinsel anlamda fazla açık seçik olduğundan, bazıları da yıllar önceden çıkarması gereksiz olacağından yazmayacağım, ancak bana ölümsüz hissettirebilen bir kaç kişi oldu. Bir kaç anı. 26 yılda, sadece bir kaç tane an. Beton bir duvara kazınmış gibi beynime kazındı. Hani kim olduğumu, ne olduğumu, adımı bile unuturum, ama o dakikaları unutamam. Ölümsüz hissetmek, dünyadaki yaşanabilecek en özel anlardan biridir. Aradığınızda bulamazsınız. O size gelir. Ama bekledikçe gelmez. Bu yüzden bazen geçici olarak vazgeçip, gerçekliği rafa kaldırıp, eğlenmemize bakmalıyız. Bir partiye gitmek gibi!

Parti için P. Yeni insanlar, içmece, eğlenmece, kopmaca. Blackout olmak. Tabii ki her gün olmasa da, arada hayatımızda partiler olmazsa olmazdır. Tıpkı oyun oynamayı ve keyif yapmayı unuttuğumuz gibi, düz hayatın bir parçası olduğumuzda da partilere gitmeyi, deliler gibi içip saçma hareketler yapmayı utanılacak, çocukça şeyler olarak görürüz. Uzaklaşırız, uzaklaşırız. Gitmek istesek bile tutarız kendimizi. Büyümüş, iş güç sahibi olmuşuzdur. Oysa ki belki de sadece rüzgara bırakmalıyız kendimizi…

Rüzgar için R. En sevdiğim şey, plan yapmadan rüzgarın beni hayatta nereye götürdüğünü izlemekti. Soyadımdan mıdır, çocukluğumdan beri rüzgarla ilgili sporlara ilgim olduğundan mıdır bilmiyorum, ancak rüzgar benim için hep özel olmuştur. En güzeli, her şeyi, tüm sorumluluğu ona bırakmaktır. Hafiflemektir. Ve götürdüğü yeri izlemektir. Bazen rüzgarın bizi götürdüğü yerler korkutsa da, vardığımız nokta, en sevdiğimiz ve ait hissettiğimiz yerdir.

Sevmek için S. Sevmek. Hayatı sevmek. İnsanları sevmek. Yaptığın şeyi sevmek. Hatalarını sevmek. Doğayı sevmek. Hayvanları sevmek. Aşık olmayı sevmek. Kıskanmayı bile sevmek. Bunun üzerine çok şey yazabilirim. Sevmek her şeydir. Bazen unutsak da, sonsuzluğu sevmek, adını koyamadığın, içindeki o enerjiyi sevmek, iyi ki var demek ve şevkat göstermek lazım.

Şevkat için Ş. Herkes zor günlerden geçer. Geçmeyen, yaşamamıştır, öğrenmemiştir. Herkesin kendine göre zorlukları, içinden çıkamayacağını düşünecek kadar gözünde büyüttüğü dertleri vardır. Zor zamanlarda insanlara karşı duyduğumuz şevkat, onlara en iyi gelen şeydir. Hepimizin bazen ihtiyacı vardır, ve en derinde biliriz ki, bize gerçekten şevkat gösterenler, bize gerçekten değer verenlerdir. İyilik yapıp iyilik bulacaksak, bu yaptığımız iyilikler bize, hiç beklemediğimiz biçimlerde geri dönebilir. Örneğin, tekrar tutku denilen o yüce duyguyu hissedebilmek gibi.

Tutku için T. Hayatına bir şey giriyor. Çok kısa sürede, kendini onda buluyorsun. O kadar güçlü bir duygu ki, başka hiçbir şey anlam bile vermiyor. Daha öncesinde en sevdiğin şeyleri istemiyorsun bile. Öyle bir istek, öyle karşı konulmaz bir çekim ki bu, dünyayı kaldırabilecek gücü, sonsuzluğu, göğsünde, içinde hissediyorsun. Seni sen yapan şey oluveriyor. İşte tutku bu. Herkes saçma dese de, değmez dese de, sen dünyayı bile ona değişmeye hazırsın. Çünkü değer, değeceğini biliyorsun. Kimseye bir şey kanıtlaman gerekmiyor, kimse seni anlayamaz. Kimse, çok özel olmadığı sürece, hayata seninle aynı gözden bakmadığı sürece, her ne kadar yapabileceğini iddia etse de, senin içini okuyamaz. Bazen ona ulaşamazsın, onu kaybedersin. Karanlıktasındır, yönünü bulamazsın, kaybolursun. Kalbinin sesini dinlemek istersin ama insanların olumsuzluğu duymanı engeller. Kalbine saplanır, çıkaramazsın. Paniğe kapılırsın. Tutkuyla bağlandığına ulaşamamanın gücü seni delirtir. Oraya, buraya savrulursun. Tek istediğin şey, ufacık bir umut ışığıdır.

Umut için U. En panik yaşadığın, korkudan kelime anlamıyla titrediğin anda, hayatının en ama en zor dakikalarında hayatını kurtaran bir cümleyi hatırlamaya başlarsın: Everything will be okay in the end, if it’s not okay…”. Cümleni daha bitirmeden, sessizliğin soğukluğunda iliklerine kadar donmak üzereyken o ses, o çok uzaktan gelen ışık, içini ısıtır. Sana tekrar hayat verir. Tüm vücudunda, tüylerini ürperten o enerjiyi hissedersin, tekrar doğarsın. Siyah beyaz, karanlıkta solmaya mahkûm her duygu, her anı, her gelecek hayali, sana hayat veren her şey bir anda geri gelir. Belki o an yanında değillerdir, ama tekrar yanında olacağını bilmenin gücüdür umut. Sonra  aklının fırtınasındaki bu parçaları birleştirip, ütopyanı yeniden yaratmaya başlarsın…

Ütopya için Ü. Hayal kurmak güzeldir. Hayal kırıklığı kötüdür. Hayal kırıklıkları üzerine tekrar hayallerinin gerçekleştiğini görmek ise, ütopyadır. O tatmin olma duygusu, sıfırdan zirveye kısa sürede yeniden çıktığını (ve çıkabildiğini) görmenin verdiği haz bambaşkadır. Yeniden Tanrı olduğunu hissedersin, her şey kontrolündedir. Çocukken, bozulmadığın güzel dünyandasındır tekrar. Uzun süreden sonra yeniden var olduğunu hissettiğin, ne kadar yorulsan da kavuşmak uğruna ölümü bile göze alıp, vaz geçmediğin yerin adıdır ütopya.

Vazgeçmemek için V. Ufak bir hile yaptım, vaz geçmemek aslında tek sözcük değil, bu listede teknik olarak olmaması gerekiyor, ama hayat ufak hilelerle güzel. Bazen yalnızca isteklerimiz, ütopyamız uğruna, vaz geçmemek uğruna, hileler yaparız. Yıkıcı etkisi olmadığı sürece, bu hilelerin, her ne kadar dürüst de olsak, herkesin iyiliği için söylediğimiz beyaz yalanların, hayattan diskalifiye edecek etkisi yoktur. Almamamız gereken kısayollar alırız, yasak ilişkiler yaşarız, biriktirip harcamamaya yemin ettiğimiz paramızdan harcarız, ilkelerimizden ödün veririz. Hedefimize odaklandıysak, her şeyi, ölümü bile göze alırız. All in deriz. Başka hiçbir şey görmeyiz. İşte kendi içimizdeki gerçek gücü anladığımız anlar, vazgeçmediğimiz anlardır. Bir şeyi ne kadar tarif edilemez bir şekilde isteyebileceğimize kendimiz bile şaşırırız. Vazgeçmemek bizi yüceltir. Bazen yıpratır, ancak ihtiyacımız olan gerçek disiplini verir. Hedefimizin gerçekleşmesi için istediğimiz ortamı ne kadar zor olursa olsun uğraşır ve yaratırız. Sonunda da onu alırız.

Yaratmak için Y. Yaratıcılık. İnsanları ikiye ayıran şey. Bu dünyaya bir şeyler katabilen insanları özel yapan güç. Özgürlük. Sesin ne kadar çirkin olsa da bağıra bağıra şarkı söylemek. Ne kadar anlamsız da olsa iki taşı yontup heykel yapmaya çalışmak. Yaratıcılığın seviyesi yoktur. Belirli alanlarda yeteneklerimiz, önceden belirlenmiş kriterler ile ölçülebilir, ancak yaratıcı ruh içimizde varsa her zaman oradadır. Bir şeyleri yaratma isteği, aslında ego tatminkârı kendi DNA’mızın, kendi DNA’mızı, kendi DNA’mızı hak edecek kadar özel biriyle kendini birleştirip kendini devam ettirmesinin makroskopik düzeyde yansıması olan temel üreme içgüdümüzün mental karşılığıdır. İçimizdeki yaratıcı ne kadar zenginse, yaratma isteği de o kadar kaçınılmazdır.

Zenginlik için Z. Para, para, para. Kapitalizmin bize getirdiği oyun. Ancak bahsettiğim zenginlik maddi zenginlik değil tabii ki. Bahsettiğim zenginlik, insanın ruhunun, kişiliğinin, ve çevresinin (manevi yönden) zengin olması. Herkesi ve her şeyi sevmeye, gelecek için en güzel dileklere sahip olmaya yetecek kadar sevgi dolu olması. Çoğu insan bundan çok uzaklaşıyor. Ama arada hepimiz hayatın koşuşturmasından, bize sonradan verilen ve doğru olduğu zorla aşılanan, bize ait olmayan yüzeysel dünyadan biraz uzaklaşıp, tekrar kendimiz olabiliyoruz. Gerçek biz’e dönebiliyoruz. Bazen tek başımıza, bazen bizi biz yapan birileri ya da bir şeyler ile…

İşte o anlar en değerli anlarımız değil mi zaten? Hayat dediğimiz bu yolda, arabayı sağa çekip, durup, tekrar nefes aldığımız anlar. Trafiği, yolu, yetişmeye çalıştığımız şeyi boşverip, her şeyi s*ktir edip, telefonumuzu bir kenara atıp, arada bir de olsa, tekrar kendimiz olduğumuz anlar. İşte, o anların, o sonsuz, ölümsüz, hayat dolu, ve en gerçek, herşeyin varlığını hissettiğimiz o anlar için yaşamaya değer. Çünkü hayatımızdaki en güzel ve en anlamlı şeyler, en beklemediğimiz anlarda, en umudumuzu kaybettiğimiz, vazgeçtiğimiz zamanlarda karşımıza çıkar. En kötü anlarımızda ise, ne olursa olsun, yalnızca bir kaç sözcük, kaybettiğimiz her şeyi bize geri verecek güce sahiptir:

“…it’s not the end.”

Herkesi Güldüren Palyaço

Bu hikaye tamamen kurgusaldır, tıpkı daha önceki bazı hikayeler gibi.

Bir zamanlar, herkesi güldürmeyi öğrenmiş bir palyaço varmış…

Uyan. Erken kalkmak iyidir, en azından yapabildiğimiz sürece. Çalışmak gerekiyor. Yapacak çok iş var. Oradan oraya koşmalar, insanlar, yeni yeni insancıklar. Her şey yolunda dışarıdan baktığında. Hatta fazla yolunda. Bir insan her açıdan bu kadar iyi durumda olamaz. Dedikleri gibi, too good to be true. Ev, aile, iş, sosyal çevre, sanatçı ruh, maddi durum, sağlık, imaj. Hiç birinde sorun yok. Her şey mü-kem-mel. Woo-hoo! Değil mi? Herkesin olmak istediği de bu zaten. Sokakta gördüğün, tanımadığın insanlar bile seni tanıyor. İnsanlar seni biliyor ve istiyorlar. Şu halde, herhangi bir şeyden dert edersen şımarıksın. Kendini bölemeyecek bir hale geldin. Daha fazla insan. Daha fazla eğlence. Daha fazla zaman öldürecek olay. Her şey daha da fazla. Hepsi yüzüne gülüyor. Ne güzel, değil mi?

İnsanları güldürmek kolay. Basit yaratıklar. İstediklerini söylediğinde, bilinçaltlarında bilmek istediklerini yüzlerine vurduğunda seni severler ve gülerler. Korkularını ortaya çıkarırsan da senden kaçarlar. Çok basit. Herkesi güldürmek çok kolay. Kolayca güvenir, iyilik yaparsın. Fedakarlık yaparsın. Seni zayıf yönünden vururlar, kazık yersin. İnsanlar öngörülebilir varlıklardır. Bir süre sonra herkese güvenini kaybedersin. Yine de insanları güldürürsün, daha iyi bir planın yoktur. Peki ya kimse seni güldüremiyorsa? Sürekli yeni insanlar tanıyorsan, yeni şeyler deniyorsan, unuttuğun, uzun süredir yapmadığın şeyler yapıyorsan. Yine de kesmiyorsa? O eski, saf, güvenebilen, temiz, bozulmamış çocuk öldü mü? Bir kaç aydır yok. En son ruhunu, hak etmeyecek insanlara satarken görülmüş bir yerlerde. İsyan etmiş. En güzeli de, en kötüyü de hissetmiş. Sonra her şeyden vazgeçmiş. İnanmak istemiş. İnsanların yüzüne vurmuş hep. Savaşmış, ama asla ölmemiş. Kötü günler geçirmiş. Vazgeçmemiş.

Kabuğuna kapanmış. Aynı anda hem her yerde herkesle eğlenmiş, hem de evinde karanlıkta yapayalnızca uzaklara dalıp gitmiş. Sevmiş, sevilmiş, ama ikisi hiç denk gelmemiş. Gelmeye ramak kala insanların aptallıklarının kurbanı olmuş. Hobilerine, sevdiği şeylere sarmış. Ama asla vazgeçmemiş. Bir insan, iki hayat olmuş. Bölünmüş. Ne olduğunu kendi de anlamamış. Kendini hiç bilmediği bir yerde, bilmediği bir şekilde, bilmediği insanlarla bulmuş. Yapabildiği en iyi şeyi yapıp yine hepsini güldürmüş. Güldürdüğü, ancak kendisini geri güldüremeyen her insan ise derinlerde bir yere bir şeyler saplamış. Buna bakmamaya çalışıyormuş, ama onun orada olduğunu asla unutmayacak kadar zekiymiş. Kendiyle, düşünceleriyle, en derin istekleriyle baş başa kaldığında o’nu hissedebiliyormuş. Bağırdığında bile sesi çıkmıyormuş. Öylece beklemiş. Kendi olmayı özlemiş. Ama olamamış. İki farklı kişilik arasında gidip geliyormuş. Çift-kişiliklilik gibi bir psikolojik bozukluktan ziyade, tek bir kişinin iki farklı hayata bölünmesiymiş. O, doğal kalmak, ait olduğu dünyada kalmak istiyormuş. Dünya alıp onu başka bir yere götürüyormuş. Kendini bir labirentin içinde bulmuş. Hep çıkış yolunu aramış. Aramış, aramış. Günlerce, haftalarca, aylarca. Gecenin karanlığında, hiç beklemediği bir anda, herkes uyurken bir ses duymuş. Biri, çok tanıdık bir ses, beklemediği bir anda ona seslenmiş.

To be continued… somewhere, some time…